Bir maçın ve bayramın düşündürdükleri – II

-
Aa
+
a
a
a

Aşağıda okuyacağınız yazı HSBC bank bombalanmadan biraz önce yazılmaya başlanmış ve sonra tırnak içindeki bölümde yarıda kalmıştı. Daha sonra ben yeniden çok yoğun bir tempoya girdim ve o yazı öylece bekledi. Ama ne acıdır ki bir yazıda anlatılmak istenen olayın üzerinden haftalar, aylar hatta yıllar geçse güncellik kaybolmuyor. Bu açıdan sanırım çok istikrarlıyız. İstikrarımız nedeni ile içimde kalanları bitirmeden rahat edemeyeceğim.

 

“Galiba ben tekrarlamayan yazı yazamıyorum veya Türkiye çok fazla kendini tekrarlıyor. Bu başlıkta bir yazı geçen yıl Açık Site’de yayınlanmıştı. İlk paragrafı Sn. Hasan Şaş’ın kendine yapıldığını düşündüğü bir haksızlık için hakeme saldırışını, ikinci paragrafsa bayramdan 64 ölü ile çıkışımıza ayrılmıştı. Yine o yazımda bu tür davranışlarda bulunan futbolcuların transfer edilmemesine kadar giden bir yaptırıma tabi tutulmasını istemiştim.  Dünkü Letonya maçına kalecimiz dahil birkaç cezalı oyuncudan yoksun çıktık.  Ancak özellikle Sn. Rüştü Reçber olsaydı o iki gol yenir miydi, bilmiyorum. Aslında olmadığı ve bizim elendiğimiz daha mı iyi oldu onu da bilmiyorum. Çünkü umuyorum artık bu eleniş, seyirciye, futbolcuya, takım idari yöneticilerine, teknik direktörlere, hakemlere, federasyon yöneticilerine ve konu ile ilgili ilgisiz herkese ders olur. (Bu yazdığıma kendim de inanmıyorum o başka.)  Aksi halde belki sorunlar örtülmüş olacaklardı. Birçok konuda ödenen diyetlerin dönüşü ya olmuyor ya çok geç oluyor. Örneğin bir sonraki Avrupa kupası sanırım 2008’de. Yanan bir ağaç gerçek boyutuna 60 yılda geliyor. (Yeniden yakmazsak.) Yok olan bir nehir tekrar akmıyor. Yok olan bir tür geri dönmüyor. Aslında hayat da bir maç gibi. Bitiş düdüğü öttüğünde çok ama çok büyük bir olasılıkla geri dönüşü olmuyor.”

 

Şimdi önümüzde dünya kupası elemeleri var (2006 yılında). Daha erişilebilir hedef ise 2008 yılındaki Avrupa kupası. Bakmayın 2002 dünya üçüncülüğüne. Onu nasıl kazandığımızın çok analizi yapıldı. Tekrar girmeyeceğim o konuya. Ama biz o analizleri hiç dikkate almadık. Üçüncülük sarhoşluğu içinde 2004’ü kaybettik. Gördüğüm kadarı ile halen Letonya yenilgisi üzerine somut bir planlama yok gelecek için. Herkes görevinin başında. (Peki biz neden seçim yitiren parti başkanları istifa etmiyor diye onları eleştiriyoruz.) Bu mantalite ile 2006 elemeleri de kaybedilirse, hiç şaşırmam.

 

Türk insanı kendinden karbonlu kağıt gibi

 

Benim canım yarışmam “Kim Beşyüz Milyar İster”de bir hanım kızımız (Bilgi Üniversitesi’nde okuyormuş yanılmıyorsam), aynı üniversitede (üstelik de sanırım uluslararası ilişkiler bölümünde) okuyan bir başka hanım kızımızın yardımı (!) ile çok başarılı (!) bir yarışma çıkardı. Başarı düzeyi önemli değil. Ama bilemediği sorudaki gerekçe (Sn. Erdal İnönü cevabı) yine o tarihte doğmamış olmasıydı. Lütfen, lütfen sayın okurlar, dikkat edin bu gerekçeyi kaç kez dinlediniz, okudunuz. Nasıl çıldırmazsınız? Düşünebiliyor musunuz, bir üniversitede okuyan gencimiz için bilgi sınırı doğum tarihi ile ilişkili olabiliyor. O zaman nasıl olur da bu ülkede kalıcı bir demokrasi ve yönetim, vatandaş kalitesi oluşmasını beklersiniz? İstanbul’da üniversitede okuyan bir genç bu mantalitede ise, Hakkari’de hayatında okul görmemiş insanımızın ne konumda olmasını ne hakla beklersiniz? Bu iki insanımızın oy hakkı da bir ise, o zaman nasıl olur da Türk insanının oylarından başka bir siyasetçi profili beklersiniz?

 

Sn. Ercan Kumcu’nun 19 Kasım tarihli Hürriyet gazetesindeki “Düşündüren Konular” başlıklı yazısını  okumadıysanız, lütfen okuyun. Ama bir cümlesini alacağım. “Eğer durum böyleyse her ilde bir üniversite açmanın sonuçlarını da iyi  düşünmemiz gerekiyor.” Sayın okurlar, bu kulunuz defalarca bu konuyu yazmadı mı? Sanırım en son Çankırı’daki vatandaşlarımızın üniversite istemesi üzerine bu vatandaşların üniversite ile bakkal kavramını karıştırdıklarını yazmadım mı? Zaten siz de bunu bilmiyor musunuz? Ama hepimiz suskunuz. Çünkü hepimiz sadece bize verilmesini istiyoruz. İktidarlar da veriyor. Kimlikleri, var olduklarını iddia ettikleri siyasi veya sosyal eğilimleri hiç önemli değil. Türk insanı nasıl aynı ise, doğal bir sonuç olarak Türk siyasisi de aynıdır.

 

Son sözüm; bu bayramdan da 125 ölü ile çıktık. Yaralı sayısına ilişkin notumu kaybettim. İki ay sonra bir o kadar daha ölü olacak. Her fırsatta tatili uzatma huyumuz, her bayramda ortalığı kan gölüne döndürme alışkanlığımız değişmedi. Kurban bayramının gerekçesini şimdiden söyleyeyim. Eğer bu gerekçeyi duymazsanız ben de ne olayım? (Bolu dağındaki kötü hava koşulları nedeni ile oluşan buzlanma vb.). Çünkü normalde ocak ayında Bolu dağında hep çiçekler açar, ısı 30 derece civarında olurdu. Bu kurban bayramında aniden değişmiş olacak.

 

Türk insanı ve yaşadıkları kendinden karbonlu kağıt gibi hep aynı. Ben kendimi de sıktım artık aynı şeyleri yazarak. Haftaya kesin çok değişik yazacağım size. Hiçbir şey değişmedi ben değişeceğim. Söz.